İçeriğe geç

“Çevik” Atatürk İlkeleri (Nice 100 Yıllara)

Bir dönüşüm hikayesinin olmazsa olmazı değerler ve prensiplerdir. Bize yön verir, kaybolduğumuzda yolumuzu gösterir. Aynı Çevik Manifesto ve Prensipleri gibi.

Muhteşem bir dönüşüm hikayesi de Cumhuriyetimizin kuruluşudur. Belki de emsali bile olamayacak kadar muhteşem, bir o kadar da zor tabii ki. Atatürk, bu dönüşümün amacını, gidilmesi gereken yolu ve nasıl sürdürülebilir olacağını “Cumhuriyetin Temel İlkeleri” ile güvence altına almıştır. (6 temel ve bütünleyici destekleyici ilkeler)

Cumhuriyetimizin 100. yılına özel olsun istediğim bir yazı ile karşınızdayım. Mesleğimin bana getirdiği farkındalıklarla, Atatürk ilkelerinin, bugünün çeviklik prensipleri ile nasıl benzediğini gelin birlikte inceleyelim. Algılar açılsınn, Cumhuriyet yaşasınnn… 🇹🇷

Cumhuriyetçilik

En bilindik haliyle, “Cumhuriyet halkın kendi kendini yönetmesidir.” sanırım en çok bildiğimiz tanımdır. Çevikliği düşündüğümüzde “Self Managed” prensibine ne kadar da benziyor değil mi? Kendi kendimizi yönetebildiğimiz, yönetimde söz sahibi olduğumuz, bunu sağlıklı ve sürdürülebilir olması için sürekli geliştiğimiz bir dünyamız var. Bu prensip, cumhuriyet rejimi için de çeviklik için de geçerli, belkide en benzer noktadır.

Cumhuriyetçilik, ayrıca özgür ve eşit seçimi esas kabul eden bir ilkedir. Bu prensipler, çevik yaklaşımda çok özen gösterdiğimiz şu konularla ortaklaşıyor; herkese eşit ve adil yaklaşmak, herkese söz hakkı vermek, fikrini almak ve dinlemek. Biz koçlar güven ortamı ve bağlılığı bu yollarla inşaa ederiz. Liderleri bu yönde geliştirir, ekiplere bu prensipte yaklaşmasını öneririz. Patrick Lencioni‘nin “Ekiplerin 5 Temel Aksaklığı” kitabında bahsettiği  gibi; güven ortamında kişiler fikirlerini söyleyebilir, farklı düşünceler güvenle çatışabilir. Bu ortamlarda alınan kararlar daha bağlayıcı daha hesap verilebilirdir. Çıkan sonuçlar herkesçe kabul edilebilir. Böylece daha iş birlikçi, birbirine sıkıca tutunan bir ekip elde etmiş oluruz.

Atatürk Cumhuriyet için “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare” ifadesini kullanmış. Çevik dünyada da benzer şekilde ihtiyaca ve değerlere uygun bir dönüşüm önerilir. Bir dönüşümün başarılı olabilmesi, dönüşümün yapıldığı ortama, kişilere ve kültüre göre şekillenmesinden geçiyor. Hangi yüz yılda yaşarsak yaşayalım, dönüşüm hiç bir zaman bitmeyecek. Bu ilkeleri ana prensip olarak kabul etmek, planı bu prensipler üstüne kurgulamak, başarıya ulaşmamıza güzel bir temel hazırlayacaktır.

Milliyetçilik

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” ifadesi geçer. Bu ifadenin temelinde ırkçılığı ve ayrımcılığı reddeden, bütünleştirici, birleştirici ve milli birliği sağlayıcı bir düşünce vardır. Çevik bir organizasyonda bağlılık ve aidiyet duygusunu yaratmak kritik bir hamledir. Bunu sağlayabilmek için kişileri ayrıştıran ifadelerden ziyade, tam tersi ortak dil ve kültürü oluşturmak gerekir. Sonucunda aynı ülküyü benimseyen, ortak hedefe koşan, hedefe giderken kişilerin üzerine ne düşüyorsa yerine getiren bir ortam yaratmış oluruz. Sorumluluk ve inisiyatif alan, daha iyisi için sürekli gelişen ve geliştiren, değerlerine uygun hareket eden, olası dış tehditlere karşı önlem alan, tehdit ile karşılaştığında birlik ve beraberlik içinde olan bir ekiple kim çalışmak istemez ki?

Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü gibi milli birliği ve bütünleşmeyi sağlamlaştırmayı hedefleyen sözler, cumhuriyet tarihimizde de çevik dünyamızda da bolca karşılaştığımız bir yöntemdir. Organizasyonlar çalışan bağlılığını hissetmek ve güçlendirmek için bu tarz sloganlar ve/ya manifestolar oluştururlar. (Reklam olmaması için örnek vermiyorum 😉) Bu yöntemin psikolojik bir yanı da var tabii ki. Sloganı sesli söyledikçe, çalışanın şirkete olan güveni artar, bağlı hisseder. Ekip olabilmenin en temel iki ögesi beslenmiş olur.

Tam bu noktada, şunları da söyleyeyim de için rahat etsin. 😎

Evet organizasyonlar bağlılığı güçlü bir ortam oluşturmak için bu yönteme başvuruyorlar. Tek başına yeterli mi sizce? Tabiiki de değil. Bir şeyi yapmış olmak için yapmak maalesef istenilenin tam tersine, hayal kırıklığı ve güven kaybına neden olur. Altını doldurabiliyorlarsa bu yöntem işe yarayacaktır. Atatürk’ün anayasaya bu değerlerin değişmezliğini güvence altına aldığı gibi, bizim için değerli olanı ve bunun devamlılığını güvence altına almak için önlemler almak gerekir.

Biz koçlar olarak sürdürülebilir çevikliği güvenceye almak için bu sloganların hakkını verebilen mekanizmalar kurmayı öneririz. Güçlü liderler oluşturmak, gelişim ortamları yaratmak, herkese eşit ve adil yaklaşmak, fikirler almak, şeffaf olmak,  hedef odaklı olmak mekanizmanın önemli çarklarıdır. Böylece kısa süreli veya geçici değil, kalıcı ve gün be gün daha güçlü bir bağ oluşacaktır.

Halkçılık

Halkçılık ilkesi, halkın refah ve huzuru için halka hizmet etmeyi, halkı maddi ve manevi özgürlüğe kavuşturmayı amaçlar. Devletin vatandaşa, vatandaşın da devlete olan görevleri en modern, en çağdaş ve en insani şekilde planlanmıştır. “İnsani” olmasının altını çizmek isterim. Çünkü çeviklik için de biz koçlar insan odaklılığı öneririz. Şirketlerin çalışan esenliğini sürekli takip etmesi, mutlu huzurlu ve sağlıklı çalışma ortamları yaratmaları için destek oluruz.

Halkçılık ilkesi ile eşitlik ve sınıfsızlık vurgusu yapılır. Bu ilke ile aynı ihtiyacı hissederek; Bir organizasyondaki eşitlik değerini yaşatmak için en çok liderlerden destek alırız. Liderlerin egolarından, emir verme alışkanlıklarından, üstünlük kurma ihtiyaçlarından kurtulmaları için koçluk yaparız. Yeni nesil liderlik anlayışı ile donatıp, liderlerin bir takım üyesi olduğunu herkesçe hissedilmesini sağlarız. Böylece liderler çalışanları bu seviyede destekledikçe, çalışanlar da liderlerini aynı şekilde besleyecek ve güçlü bir “voltran” oluşacaktır. Atatürk, tüm rütbelerini bırakarak halkın bir ferdi olarak milli mücadeleye başlamıştır. Halkla bütünleşmiş, gücünü bütünüyle halktan almıştır.

Halkın esenliği ve refahı için, gelişmek iyileşmek de gereklidir. Atatürk’ün devrimleri de bu esenliğe ve özgürlüğe hızlı ulaşmak için kolaylaştırıcı olmuştur. Örneğin halkın okur yazarlığını arttırmak ve öğrenimini kolaylaştırmak için “Harf Devrimi” yapmıştır. Halkçılık ilkesinin temelindeki eşitlik için, kadın erkek eşitliğini destekleyerek, kadınlara “Seçme ve Seçilme Hakkı” vermiştir. Nüfusu göz önünde bulundurarak, üretimi arttırmak, ileriye gitmeyi kolaylaştırmak için çiftçi ve köylüleri kalkındıran “Köy Ensititüleri” ni kurmuştur. Gelelim çevik dünyaya. Yazının bu kısmına kadar geldiyseniz artık bu ortak noktalara nasıl yaklaştığımı farketmişsinizdir. Algılar açılmıştır diye düşünüyorum. 🤩 O zaman siz de benim gibi Kaizen Kaizen diye haykırıyorsunuzdur. Kaizen kültürünü sadece kişilere bırakmadan bir sisteme oturtmak, organik yani kendiliğinden iyileşen bir yapı oluşturmak ve bu yapının sürekliliğini sağlamak sanırım çevik koçluk, mentörlük, danışmanlık mesleğinin nirvanasıdır. İtirazı olan?

Devletçilik

Devletçilik ilkesi çağdaş bir yaşama ulaşmak için vardır ve halkçılık ilkesi ile içiçedir, birbirini besler. Ülke ekonomisini sağlam temellere oturtmak için üretimi arttırmak, sanayiyi geliştirmek, teknolojiyi öğrenmek, istenilen seviyeye gelmek için devletin üzerine düşeni yapması ve neticesinde ekonomik kalkınma istenilen düzeye ulaşınca, devletin girişim ve faaliyetleri özel sektöre ve serbest piyasa ekonomisine bırakması bu ilke ile güvence altına alınmıştır. Çevik dönüşümlerde de benzer bir sistem kurulur. Yeni roller, ritueller ve alışkanlıklar kazanılması söz konusu olduğunda, istenilen olgunluk seviyesine gelene kadar, yönetimin desteği ile kontrollü ve planlı gitmek gerekir. Amaç Shu seviyesinden Ri ve Ha seviyelerine çıkmak, ilerlemeyi bir sisteme oturtmaktır. (bkz: ShuHaRi) Bu süreç, yönetimin sabırlı olması ve yatırım yapması gereken bir süreçtir. Yeni roller için gelişim programları oluşturulmalı (ör: CoP – Community of Practice), eğitimlerle desteklenmelidir. Yeni ritüeller ve alışkanlıkların kazanılması için deneysel ortamlar kurulmalı ve kişiler empower edilmelidir. Ekiplerin dışa bağımlılığını azaltarak, kendi kendilerini yönetebilecek yetkinliklere ulaşabilmesi amaçlanmalıdır.

Dönüşümün başlarında yeni bir şey denemenin getirdiği bir tecrübesizlik ile karşı karşıya kalırız. Bu dönüşümün normal bir parçasıdır. İş hayatındaki tecrübemizin tabii ki kazandırdığı avantajlar olacaktır. Ama yeni görevleri deneyimlediğimiz dönemde o göreve ait olgunluğun düşük olacağını da kabul etmek gerekir. Gelelim “çokomelli” yere. Düşük olgunluktaki herhangi bir rolden beklentinin de benzer oranda olması gerekir.  Bu role destek olacak, rolün gerekliliğini doğru yaptığından emin olacak bir uzman gözün mutlaka olması gerekir. Bu göz sadece kontrol ve günlük destek için değil o rolün gelişimine de katkı sağlamalıdır. Taa ki rolün sorumluluğunu hakkıyla yerine getirene kadar. Aksi halde, rolden beklenenin dışında farklı bir rol oluşur. Daha da kötüsü bu yanlışlık üzerine bir sistemin kurulması, geri dönüşü zor bazen de imkansız bir duruma sokabilir. Tanıdık geldi mi? 😉

Laiklik

Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Bunun yanında, toplumda din ve vicdan özgürlüğünün sağlanması, bireylere dini tercihleri ne olursa olsun eşit davranılması vardır.  Bu ilke ile toplumdaki fikir ve inanç farklılığının herhangi bir ayrışmaya dönüşmesi engellenmiş, dini kişinin hür idaresine bırakarak inanç özgürlüğü sağlanmıştır. Laiklik ayrıca demokrasinin bir ön koşuludur. Laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğünden bahsedilemez. Organizasyonlarda güven ortamını inşaa ederken düşünce özgürlüğünü sağlayabilmek, fikirler ne olursa olsun saygı duyulduğu bir ortam oluşturmak şarttır. Kişileri yargılamadan olayları kişiselleştirmeden yaklaşmak, çatışmayı kontrol altında tutmayı sağlar, güven ortamının sürekliliğini destekler.

Eğitimin, akılcı ve çağdaş prensiplere göre planlanması, bu ilkenin bir diğer önemli unsurudur. Çağdaş bir medeniyet için düşünce özgürlüğünün yanında bilimin de rolü vardır. Atatürk “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” demiştir. Teknoloji dünyasında yaşadığımız bu çağda bunun aksini söylemek de zaten biz çevik koçlara yakışmaz. Organizasyonlarda somut ve veri odaklı bir sistem (EBM: Evidence Based Management) kurmaya çalışmamız, benzer bir ihtiyacı karşılar. Somut verilere dayanarak işimizi analiz etmek, iyileşme planlarını bu verilere göre belirlemek oldukça akılcı ve sonuca hızlı ulaşmayı sağlayan bir yaklaşımdır.

İnkılapçılık

Atatürk’ün inkılapçılık (devrimcilik) ilkesi, kötüyü, çirkini, işe yaramayanı yıkıp, yerine yeniyi, iyi ve güzel olanı koymaktır. Aklı, bilimi, teknolojiyi kullanarak çağdaşlaşmayı hedefler. İlkenin amacı, geçerliliğini yitirmiş bir sistemin yıkılması, yerine çağdaş gereksinimleri karşılayacak yenilikleri koymaktır. Ayrıca devrimciliği sürekli hale getirmek, yeniliklere ve değişimlere açık olmak, kalıplaşmaktan ziyade esnek olabilmeyi gerektirir. Tam bir Çeviklik tanımı değil mi? Bize uygun olanı getirmek, deneyerek ihtiyacı öğrenmek, sürekli iyileşmeyi istemek, hatta gerekirse yıkıp yenisi için baştan başlamak, İnkılapçılık ilkesinin çeviklik ile ne kadar örtüştüğünü göstermiyor mu? Neredeyse eş anlamlısı kadar yakın değil mi?

Atatürk ilkelerine odaklanırken, Scrum değerlerinde yaşadığım bir hisse kapıldım. Her ilke bir diğerinin ön şartı gibi birbirini destekliyor, biri olmazsa diğerlerinin hiçbir anlamı kalmıyor. Scrum değerlerindeki “saygı” değerinin temeli oluşturması gibi, İnkılapçılık ilkesi de çağdaş bir yaşamın ve bunu destekleyen diğer ilkelerin temelini oluşturuyor.

Son Söz

Yazının başında da demiştim. Cumhuriyetimizin 100. yılına özel bir yazı yazmak, mesleğimin getirdiği deneyimleri bu konsepte sizlere aktarmak istedim. Bugün bir kadın olarak bu mesleği yapabildiğim için minnettar olmakla birlikte, Cumhuriyetimizin 100. yılını büyük bir sevinçle kutluyorum. En büyük bayramdır. Kutlu olsun. 🇹🇷

 

İlkim Dilara KADAKALOĞLU

Kategori:Uncategorized

İlk Yorumu Siz Yapın

    Bir cevap yazın

    E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

    %d blogcu bunu beğendi: